Gurbette Hasret
English
Deutsch
Almanya’daki Türkiyeli Kadın Göçmenlerin Hikayeleri ve Şarkıları
Konsept, metin, mix & araştırma: Kornelia Binicewicz / Ladies on Records, Röportajlar: Aysel Aycan Aktaş, İllüstrasyon: Gizem Winter
Karışık kaseti dinleyin!
Gurbette Hasret Soundtrack
Uzun süreli hasretler genelde sessiz kalır ve üstü kapanır.
“Gurbette Hasret” onları duyurabilmenin ve gösterebilmenin bir yolu.
Tracklist:
-
Matem İle Zarı İmam Hüseyin - Mürüvvet Kekilli (Grafson) - intro
-
Yar Beni Beni - Aynur Gürkan (Yağmur Plak)
-
Ayrılık Mektubu - Gülcan Opel (Topkapı)
-
Gurbette Ömrüm Geçecek - Nezahat Bayram (Grafson)
-
Gurbetin Yolları Uzun - Aynur Gürkan (Yağmur Plak)
-
Gurbet Ellerinde Söyler Ağlarım - Nezahat Bayram (Columbia)
-
Bırak Şu Gurbeti - Huri Sapan (Elenor Plak)
-
Almanya’ya Gidiyorum Mehmedim -
-
Asuman Çevikkalp (Areg Ses)
-
Sarmaş Dolaş Olmuştuk - Zehra Sabah (Sağbaş Plak) - Intro
-
Gurbet Treni - Gülcan Opel (Topkapı)
-
Bana Aşkı Tarif Et - Mürüvvet Kekilli (Hülya Plak)
-
Gurbet - Neşe Karaböcek (Elenor Plak)
-
Nasıl Oldu Yolum Düştü Köln'e - Yüksel Özkasap (Turkofon)
-
Gurbet Yorganı - Esin Afşar (Disko Plak)
-
Recep - Asu Maralman (Evren)
-
Gurbet Türküsü - Melike Demirağ (Hop)
-
Almanya Aci Vatan - Selda (Türküola)
-
Zından Oldu Sensiz - Yüksel Özkasap (Türküola)
-
Almanya Dönüşü - Zehra Sabah (Sağbaş Plak) - Intro
-
Kadere Geçti Ömrum - Mürüvvet Kekilli (Türküola)
-
Gurbet - Semra Sine (Emi)
Gurbette Hasret
Tüm metni okumak ister misiniz? Buradan ulaşabilirsiniz.
Tüm cesur kadınlara…
Dünyada on yıllardır göç alanında yapılan çalışmalar, kadın göçü söz konusu olduğunda yetersiz kalmıştır. Bunun yanı sıra Türkiyeli kadınların göçü de önemsenmemiştir. Erkek işçilerin göçünün Almanya’daki Gastarbeiter (misafir işçi) olgusunu oluşturduğuna ve bu olguyu tamamıyla tanımladığına dair varsayım, kadınların geçmişinin önemli ölçüde göz ardı edilmesine sebep oldu. Kadınların, esas olarak, gelin, eş ve anne sosyal rolleri tarafından şekillendirilmiş bireyler olarak ele alınması, araştırmacıların, bu kadınların kişisel kararlarını, arzularını ve hedeflerini görmezden gelmesine yol açtı. Toplum düşünce olarak, kadınların ataerkinin kurbanları olduğuna odaklanmıştır. Fakat bu yaklaşım, hikayelerini paylaşan gözü pek kadınlar tarafından ters yüz edildi.
Gastarbeiter kadınlarının hikayesinin bütününü görebilmek için üç farklı anlatıyı bir araya getirdik: kadınların kişisel deneyimlerine yer veren biyografik röportajlarla yapılan kişisel anlatı; şarkılarla anlatılan popüler anlatı ve yakın zamanda yapılan antropolojik çalışmalar.
Gurbette Hasret projesi varlığını hikayelerini paylaşmayı kabul eden kadınlara ve çocuklarına borçlu. Hem yüz yüze hem de Zoom aracılığıyla gerçekleşen buluşmalar ve uzun konuşmalar, bize 1961 ile 1991 yılları arasında Almanya’ya göç eden kadınların duygusal yaşamlarını inceleyebilmek için eşsiz bir fırsat verdi. Kişisel hikayeleri, bu projenin en önemli kısmını oluşturuyor. Aşk, metanet, zorluklar, mutluluklar, hayal kırıklıkları, hasret ve müzik sayesinde “gerçek” bir şey yakaladık. Kadınların mikro tarihi, makro tarih anlayışımızı güçlendirdi.
Gurbette Hasret projesinde anlatıyı inşa etme araçlarından biri olan popüler müzik gibi kültürel ürünlerin rolü azımsanamaz. Popüler müzik, belirli ve önceden belirlenmiş bazı unsurları öne çıkarır fakat yerleşik kültürel düzen için rahatsız edici ya da zararlı olabilecek diğer unsurları örtbas eder. Sorular sorarak ve dikkatlice bize verilen cevapları dinleyerek, müziğin göçmen kadının hayatında çok önemli bir yeri olduğunu öğrendik. Bunun da ötesinde, müziği hayatta kalmak için nasıl bir araç olarak kullanmayı başardıklarını da anlamaya başladık.
Gurbette Hasret, Türkiyelilerin Almanya’ya göç ediş hikayesini kadın bakış açısından anlatma girişiminde bulunuyor. Yeni bir gerçeklikte kendilerine meşru kimlikler kazandırmaya çalışan Türkiyeli kadınların duygusal yaşamını inceledik. Proje, tarihin sadece küçük bir parçasını gösteriyor ve toplumsal deneyimin sadece birkaç yönünü keşfediyor. Hikaye, her şeyin hemen söylenemediği ya da söylenmemesi gereken samimi konuşmalarla şekilleniyor.
.
1.
30 Ekim 1961’de, Almanya ve Türkiye, iş gücü ihracatı konusunda karşılıklı bir anlaşma imzaladı. Bu iş anlaşması birçok neslin hayatını değiştirecekti. Bir Gastarbeiter’ın portresini gözümüzde nasıl canlandırırız? Rakamlara bir göz atalım.
1965’te Batı Almanya’daki yabancı işçilerin %23’ünü kadınlar oluştururken 1973’te bu rakam %30’lara ulaşmıştır. 1961’den sonra çalışmak için Almanya’ya giden her Türkiyeli göçmenden biri kadındı.
Batı Avrupa ülkelerinde erkek işgücüne yönelik talep çok daha yüksekti ve bu nedenle Almanya’ya göç etmek için başvuran ve göç edenlerin çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu. İşgücü göçü, cinsiyete özgü iş talebine göre planlanmıştır. Madencilik, metalürji, inşaat, inşaat mühendisliği, gelişen araba fabrika sektörü, elektrik ve metal fabrikaları gibi endüstriler, erkek işçilerin “güçlü ellerine” ihtiyaç duyuyordu. Ancak diğer yandan, tekstil, telekomünikasyon fabrikaları, otel endüstrisi ve hastaneler, kadınları hassas, el işleri için istihdam ediyordu. Sanayileşmedeki durgunluğun ardından, 1966 ile 1967 yılları arasında kadın işçilere yönelik talep büyük ölçüde arttı. . Alman işverenler, özel olarak kadın işçi talep etmeye başladı ve çoğu zaman talep bekar ve çocuğu olmayan kadınlara yönelikti. Birçoğunun İstanbul, İzmir, Ankara, Adana gibi Türkiye’nin büyük şehirlerinden geldiğinin de altını çizmemiz gerekiyor. Lise ya da üniversite eğitimi almış bu kadınların çoğu, işçi ve burjuva sınıfı olmak üzere farklı sosyal tabakalardan geliyordu. Başka bir deyişle, kadın göçü son derece heterojendi.
"Türkiye’yi iş için terk eden kadınların %37.3’ü bekar, %44.8’i evli ve eşit bir yüzdede dağılan %9’u dul ya da boşanmıştı. Yaygın inanışın aksine ve özellikle göçün ilk yıllarında kadınlar Almanya’ya kocalarına eşlik etmek için gitmediler. Çoğu durumda, kadınlar aile göçünün öncüleri olmuş ve sonrasında aileleri onlara katılmıştır," Lea Nocera; 2015
Almanya’daki iş alımının ilk yıllarında, kadınlar tek başına gidip kendilerini ailelerin denetiminden ve kontrolünden kurtarırlardı. Sıklıkla diğer kadınlarla yatakhanelerde kalır, her gün çok sıkı çalışır ama aynı zamanda da kendilerini tanımak ve yeni bir gerçekliği, yeni insanları ve onların kültürünü keşfetmek için zamanları da olurdu. İpek İpekçioğlu’nun annesinin hikayesi, 1960 yıllarında gerçekleşen heterojenik göçün güçlü bir örneğidir.
"Annem 1960’ların başında Almanya’ya geldi. (…) Kendi başına gelip, bir ofiste sigorta satarak yönetici olarak çalışmaya başladı. Gidip kalmaya karar vermişti, Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyordu. Evli değildi, iki çocukla buraya gelmişti. Sonrasında Almanya’da 5 kez evlendi, iki kez de aynı kişiyle, çoğunlukla Türk erkekler olsa da bir kere Alman biriyle de evlendi."
İpek, 2.nesil
Bu durum 1974’te Almanya-Türkiye İşgücü Anlaşmasının feshedilmesiyle değişti, böylece aile birleşimi programıyla gelen kadınların sayısı arttı ve Türkiye’den gelen göçmen kadın dalgası durumu tamamen değiştirdi. Türkiye’nin kırsal kesimlerinden Almanya’ya gelen kadınların sayısı yükselişe geçti. Çoğu, eşlerinin yanına gelip Türkiye’deki hayatlarından aşina oldukları aynı aile düzenini sürdürmeye devam etti.
Gülüzar’ın 1973’te Almanya’ya gelişini anlatmasıyla, bağımsız bir şekilde göç eden kadınlar ile eşleriyle göç eden kadınlar arasındaki farklar belirginleşti. Kız kardeşi Perihan, bekar bir kadın olarak Münih’e çalışmaya gitmişti. Gülüzar ise ilk oğluna hamileyken, 1971’den beri Almanya’da yaşayan ve çalışan eşinin yanına geldi.
“Kız kardeşim benden önce gelmişti, ben ondan dokuz ay sonra geldim. O Heim'da (yurtta) kaldı, o yüzden iyi arkadaşlar edindi. Yeni, farklı yönlere gitti. Yani şöyle söyleyeyim, daha iyi bir seçim yaptı. Ben kocamın ailesinin diğer fertleri - iki erkek kardeşi ve aileleri ile birlikte üç ailenin bir apartmanda olduğu, mahremiyet olmayan bir evde yaşadım. Köyümdeki evden (Malatya bölgesinde) köydeki başka bir eve taşınmış gibi hissettim kendimi; pek bir değişiklik olmadı."
Gülüzar, 1. nesil
Gülüzar ve diğer kadınlar, eşlerinin aileleri (kayınvalide, kayınbaba, erkek kardeşler ve diğer aile üyeleri) ile aynı evlerde yaşadı. Bu durum, aynı zamanda “göçmen kadınların haklarını sınırlayarak yasal statülerini etkilemiş ve eşlerine bağımlılıklarını arttırmıştır. Dolayısıyla bu kadınların ev sahibi ülkeye geldikten sonra karşılaştıkları koşullar, işgücüne katılımlarını zorlaştırmıştır.”
Almanya’ya göç etmiş Türkiyeli kadınların çoğunluğu hem aile içinde hem de aile dışında ayrımcılığa maruz kaldı. Cinsiyete dayalı ayrımcılığın uygulandığı işgücü piyasasında, işverenlerin sunduğu asgari ücretin erkeklere sunulandan çok daha düşük olması ve ataerkil aile yapısının da etkisiyle kadınlar, sosyal hiyerarşinin en altında tutuldu. Yine de, sadece birkaçı iş sözleşmeleri sona erdikten sonra vazgeçip Türkiye’ye dönmeye karar verirken, birçoğu, yeni bir gerçeklikte hayatta kalmalarına yardımcı olacak güçlü özelliklerini keşfetti.
2.
Kadın ve erkeklerin yabancı ülkelere göç etme nedenlerini incelemeye çalıştığımızda en sık rastlanan ekonomik nedenler oldu. Amaçları açıktı: para kazanmak, yoksulluktan, işsizlikten, borçlardan kurtulmak, kendileri ve geride bıraktıkları ailelerinin şimdi ve gelecekte iyi koşullarda yaşamasını sağlamak. Bu neden, Türkiyelilerin göçünün temelini oluşturur. Ancak kadın göçünün ekonomik amaçlı olmasının yanı sıra özgürleşme, kişisel gelişim, eğitim ve özgürlük gibi kişisel nedenleri ve ihtiyaçları da vardı.
“Kadınların Almanya’ya gitme nedeni para kazanma arzusu değil, “özgürlük ve eşitlik” için yaşama arzusudur. Almanya’da çalışan Türkiyeli kadınlar erkeklere kıyasla daha iyi eğitim düzeyine sahip, büyük şehirlerden orta gelirli ailelere mensup, aile ve toplum baskılarından kaçmak ve özgürlük ve eşitliğin hakim olduğu koşullarda yaşamak isteyen kadınlardı.” (Tercüman, 1964).
Bir Türk gazetesinden alınan bu kesit, İpek İpekçioğlu’nun annesinin Almanya’ya gitme kararının arka planında yer alan nedenlere dair verdiği ifadeyle eşleşiyor:
"Annem burada okumak istedi. Almanya’ya gelmesinin nedeni Türkiye’de hüküm süren ataerkil sistemden bıkmış olmasıydı. Özgür olmak istedi ve Türkiye’de kadınların özgür olabileceğini düşünmüyordu."
Ipek, 2. nesil
Ancak Almanya’ya gelen bazı kadınlar sadece saf bir merak duygusuyla ya da sadece kendileri için ekonomik bir fayda sağlama ihtiyacıyla hareket etmişti. Göçmenlerin maceralarını anlatan Türk gazeteleri, Almanya’ya gitmeye karar veren genç Türkiyeli kadınların amacının ekonomik bağımsızlık kazanmak, yeni bir araba almak ve sonra Türkiye’ye dönüp düzgün biriyle evlenmek olduğunu söylüyordu. Ünlü Türk şarkıcı Gönül Turgut’un kız kardeşi, Sabahat, iş alımlarına katıldı ve Berlin’e para kazanıp lüks bir araba almak için taşındı.
3.
Gastarbeiter hikayelerini anlatmaya genelde Almanya’ya gelişlerinden başlanıyor. Ama Türkiyeli göçmenlerin hikayesi hem kadın hem erkekler için Türkiye’de başlıyor: önce köylerinde veya memleketlerinde, ardından uzun başvuru ve seçim sürecinin başladığı İstanbul’a uzanıyor. Yolculuk, Almanya’ya giden 50 saatlik uzun bir tren yolculuğuyla devam ediyor. Almanya’ya gitme hazırlığı, testler, tıbbi muayeneler, randevular ve vize başvuru prosedürleriyle bir yıl sürüyordu.
Aileleriyle vedalaştıktan sonra, göçmenlerin çoğu için yolculuk Batı Almanya İstihdam Bürosu’nun İstanbul şubesinde başlıyordu. 1961’den 1973’e kadar yaklaşık 866.000 Türkiyeli işçi Batı Almanya’ya geldi ve bunların çoğu, zorlu koşullarda yolculuk ederek organize demiryolu taşımacılığı ile Almanya’ya ulaştı. 1970 yılında, Alman İstihdam Bürosu, yeni işçileri, özellikle de kadın işçileri uçakla taşımaya karar verdi. Bunun öncesinde Almanya’ya seyahat eden birçok kadın, Münih Merkez Garı’na, tacizlere maruz kaldıkları, kişisel alanlarının, hatta oturacak bir yerlerinin bile olmadığı 50 saatten uzun süren konforsuz yolculuklarla ulaştı.
“Almanya Treni” Ferdi Tayfur
Almanya’ya trenle seyahat etmek, Türkiye müziğinde çizilen popüler bir motif haline gelmişti. Ayrılık, kader veya hasret duygularını, yeni imkanlar sayesinde hissetikleri heyecanı özetleyen şarkılardı. Ferdi Tayfur’un “Almanya Treni” gibi bazı şarkılar, özlem temasını romantikleştirirken, diğerleri geride kalanların içinde bulunduğu sefaleti şarkılarında anlatıyordu. Gülcan Opel 1973 tarihli “Gurbet Treni” şarkısında, “Zalım gurbet treni seni elimden aldı” der. İlk olarak Arif sağ tarafından bestelenen müzik, geride kalan aşıkların duyduğu hasretin ve hayal kırıklığının bir ifadesi oldu. Eser, Sirkeci Garı’ndan kalkan ilk Gastarbeiter treninden 10 yıl sonra 1971’de yazıldı.
İlk trenin Sirkeci’den kalktığı 1961 yılından bu yana, Kara Tren, Almanya Treni ya da İstanbul Ekspresi, Almanya’ya ettikleri göç nedeniyle hayatlarında büyük değişiklikler yaşayan her Türkiyeli ailenin kelime dağarcığına girdi. Modern Türkiye göçebeliği kültürü, Türk halkının biyografilerinde iz bıraktı. Kişisel ve grup gözlemleri ya da deneyimleri sürgün mitolojisinin bir parçası haline geldi. Almanya ziyaretlerinden izlenimler, Münih Garı’na vardıktan hemen sonra hepsini bekleyen ağır çalışma şartları hakkındaki hikayelerle birbirine karıştı.
4.
Misafir işçilerin hepsi Almanya’ya çalışmak için gitti. Zorluklarla karşılaşacaklarını biliyorlardı ama en azından kazandıklarının yarısını Türkiye’ye gönderecek kadar iyi bir ücret alacaklarını umuyorlardı. İşçi olarak gelen Türkiyeli kadınlar için çalışma fikri, kendi kararlarını verme özgürlüğü olarak görülüyordu. Çeşitli toplumsal sınıflardan gelen çoğu Türkiyeli kadın için kendileri adına karar verme hakkı yoktu.
Hasret, ayrılık ve akrabalarının mahalle baskısı altında ezilmiş Gülüzar’a nasıl hissettiği sorulduğunda şöyle cevap veriyor: ”Bana yardımcı olan şey çalışmaktı”. Yaşadığı durum -kocasının aile üyeleriyle paylaştığı küçük evde yaşamak- evden çıkıp başka bir gerçekliği deneyimlediğinde iyileşti. ”İnsan çalışmaya başladıktan sonra, aradaki farkı görüyor”.
"Ailem kendilerini işçi ailesi olarak görüyor. Büyükannem şöyle derdi: ’’Hep iş hep iş, aman göze batmayalım, biz buraya çalışmak için geldik.’’Bütün akrabalarım aynı fikirdeydi. Babaannem yıllarca burada çalışıp para kazanıp Türkiye'ye yatırım yapmayı planlamıştı…"
Aynur, 3. nesil
Kadın göçü homojen değildi ve sınıflar arasındaki farklılıklar röportaj yaptığımız kadınların biyografilerinde görülebiliyordu. Tüm hikayelerini bir araya getirip, Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş bir kadın işçiyi tek bir hikayeye indirgemek mümkün değildi. İstanbul, Adana ya da İzmir gibi modern şehirlerden ve iyi ailelerden gelen genç kadınlar, Anadolu’nun kırsal kesimlerinden gelen genç kadınlarla kültürel bir bağ hissetmiyordu. Birbirlerinden farklı giyiniyor, konuşuyor ve davranıyorlardı. Son olarak hasretlerini gidermek için de farklı müzikler dinliyorlardı. Ama bir şeyi ya da birini özleme hissi hepsinde aynıydı.
5.
Aileyi, memleketi, arkadaşları özlemek, göçmen deneyiminin kaçınılmaz parçalarından biridir. Memleket özlemini ifade etmek için kullanılan gurbet, Türkiye kültürünün en önemli ifadelerinden biridir. Gurbet kelimesi, Türkiyelilerin Batı’ya kitlesel göçünden çok daha uzun süre önce var olmuş olsa da ve Tasavvuf kültüründe manevi göçe atıfta bulunsa da, misafir işçilerin tecrübesi sayesinde yeni bir anlam kazanmıştır. Gurbetçi, yurdunu özleyen ve onu yurduna çağıran hüzünlü çağrıyı hisseden kişidir.
Gurbet konusu Türk pop kültüründe hem müzikte hem de filmlerde temsil edilmektedir. Kadınlarla hasretle ilgili konuşmalarımızda gurbetin edindiği yer, biyografik hikayelerinin doğal bir parçasıydı. Ancak gurbetin ifade edilişi çok boyutlu olmakla beraber kişilerin kişisel tutumları ve hayat deneyimlerini yansıtmaktadır. İlk misafir işçiler, iş çıkışı birlikte Türk müziği dinleyerek vakit geçirdikleri yurtlarda ve kiralık dairelerde bir araya gelirlerdi. 1970’lerin başından itibaren başlayan büyük göç dalgasıyla birçok Alman şehrinde yeni göçmen toplulukları kurulmaya başlandı. Göçmenler tarafından açılan bakkallar, kahveler, dernekler, pazarlar, camiler, seyahat acentaları ve son olarak da plak ve kaset dükkanlarıyla (Türküola, Uzelli, Alparslan, Yüksel ve Minareci) bazı mahalleler ”Küçük Türkiye” olarak anılmaya başlandı. Ortak piknikler, geziler, Türk lokantalarına ziyaretler, çarşılar, canlı müzik gösterileri ve düğünler gibi sosyal aktiviteler, göçmenlerin “bir arada kalması” için çok önemliydi.
"Bizim için etrafımızdaki her şey Türkiye’ydi - müziğimiz de, arkadaşlarımız da Türkiye’dendi. Türkiye'den bir şeyler almak için Türkiye marketlerine gidiyorduk ve her şey bizi Memleket'e götürüyordu...."
Emine, 1. nesil
6.
Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenler, Türkiye’den gelen tüm haberleri büyük bir ilgiyle takip ediyordu. Ayrıca, İstanbul’daki büyük Türk plak şirketlerinin stüdyolarında kaydedilen en yeni müzikler ve büyük yıldızların başarısı, memleketin acı dolu şarkıları ve türküleri için duyulan açlığı doyurmak için diasporaya ulaşıyordu
"Babam Ferdi Tayfur hastasıydı. Bu şaşırtıcı bir şey çünkü babam küçük bir köyde doğdu ve ilkokula gidene kadar da orada kaldı. Ferdi Tayfur'un şarkılarının çoğu babamın yaşadığı yerdeki doğa, dağlar, çiçekler, böcekler ve doğanın sesleri hakkındadır. En sevdiği şarkı Ferdi Tayfur'dan Emmioğlu'ydu. Ama annem çok politik bir aileden geliyordu ve siyasete karışmış kardeşleri vardı. Amcam 1968'de çok aktif bir insandı. Anneannem ve annem zor şartlar altında yaşadıkları için siyasi türküler ve toplumsal mesaj veren türküler vazgeçilmezdi. En çok Onur Akın'nın “Gaybana Geceler”ini severdi ve Ahmet Kaya'nın “Kum gibi”sini. Hepimiz en sevdiği şarkıysa Türkiye yolunda çokça dinlediğimiz İbrahim Tatlıses'in "Leylim Ley" şarkısıydı."
Nuray, 1. nesil
Birçok erkek ve kadın, gurbetin zorluklarına dayanmak için müziği bir kalkan olarak kullanıyordu. 1979 yılında, Nuray 16 yaşındayken Almanya’ya kayınvalidesiyle birlikte gelmiş. Almanya’da yaşayan ünlü Türkiyeli sanatçılarının bazı şarkılarının hissettiği büyük yalnızlığı atlatmasına ve yorgunluğunu unutmasına yardımcı olduğunu söylüyor:
“Yüksel Özkasap benim favorimdir. Bir şarkısı [Almanya'da Ölenler] vardı: "Anneme söyle, gelsin cenazem geliyor." Onu dinlerdim ve beni daha da duygusallaştırırdı.’’Yorgunum dostlar yorgunum, düşe kalka çıktım bu yokuşa yalvardım elimden tutan olmadı’’ diyince ben de kendi kendime, kendi hikayeme yorumlardım onu, yani hikayeme uyardı da."
Nuray, 1. nesil
Spotify çalma listesini dinleyin!
Intimacy of Longing Soundtrack 2
“Gurbette Hasret” projesine katılan kadınların ortak bir şekilde oluşturduğu çalma listesini keşfedin.
Nuray’ın bahsettiği Yüksel Özkasap, en çok tanınan Gastarbeiter kadın şarkıcılardan biridir. Sanat kariyeri de Almanya’ya göçün yarattığı kültürel ürünlerin mükemmel örneklerinden bir tanesidir. 1966 yılında Malatya’dan Köln’e bekar, genç ve eğitimli bir kadın olarak ulaşan Özkasap, Almanya’daki misafir işçilik deneyimini müzikal kariyerinin ana öznesi haline getirmiştir.
Alman kökenli Türk plak şirketi Türküola’nın kurucusu Yılmaz Asöcal ile evlenip ”Köln Bülbülü” ve Gastarbeiter halkının sesi oldu. Yüksel Özkasap’ın hüzünlü, yürek burkan şarkıları, 1960’lı ve 1970’li yıllarda Almanya’ya gelen birinci nesil göçmenlerin duygularına tercüman oldu. Yüksel Özkasap, bir sonraki nesillerle etkisini kaybetti. Hüzünlü şarkılarının yarattığı duygular artık güncel değildi. 2. ve 3. nesil göçmenler, ayrımcılık, kimlik krizi ve kültürel çatışma yaşıyordu. Yüksel Özkasap, Asuman Çevikkalp, Mihrican Bahar veya Metin Türköz gibi ilk neslin deneyimlerini anlatmaya odaklanan sanatçılar, sonradan gelen neslin arayışına artık cevap veremiyordu.
Gurbetçiler, ruhlarını iyileştirecek şarkı seçimlerini, bölgesel aidiyet, sosyal sınıf ve siyasi inançlara göre yapıyordu..
"Selda'yı hem Türkiye'de hem de burada severdim. Mahzuni Şerif, Ali Ekber Çiçek, Cemile Cevher Çiçek. Selda'dan “İnce ince bir kar yağar”ı severdim. O zamanlar' Yuh Yuh' bizim için büyük bir şeydi. bekarlık zamanlarımız. Selda'nın birçok şarkısını ve türküsünü severim. "Yuh Yuh" dinlerken insan daha cesaretli olurdu, bize nasıl dürüst olunacağını, nasıl direnileceğini gösteriyordu."
Gülüzar, 1. nesil
Selda Bağcan, İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay ve Hakkı Bulut gibi müzisyenler ve şarkıcılar, Türkiyeli göçmenler arasında en az Türkiye’deki yurttaşlar arasında tanındıkları kadar tanınmıştı. Pek çok insan için halk müziği en duygusal olanıydı, özellikle Uzun Hava’yı yalnızlık ve sıla hasretiyle birleştiren İbrahim Tatlıses şarkıları…
""Nuri Sesigüzel ve İbrahim Tatlıses'i dinlerdim. O bizden biri".
Hatice, 1. nesil
Nurhan, 1971’deki Kütahya depreminden sonra göç eden annesinin Orhan Gencebay dinlediğini ve Gencebay şarkılarının onu rahatlattığını hatırlıyor. Gencebay’ın yeni bir kaseti ya da plağı annesi için en güzel Anneler Günü hediyesiydi.
"Türkiye'ye gidemezdik ama burada konser olunca kaçırmazdık. Filmler, video kasetler de vardı. Onları da sürekli izlerdik. Ayrılık hakkında bir şarkı vardı - "Ben de Özledim." Ferdi Tayfur'un kasetlerini izledikten sonra ağlamaya başlıyorduk".
Emine, 1st nesil
1971’de Gaziantep’ten yeni bir gelin olarak Almanya’ya gelen ve etrafı yeni insanlarla çevrilmiş olan Behiye için de durum aynıydı:
"O zamanlar müziği çok severdim, özellikle Orhan Gencebay ve 'Kaderimin Oyunu' adlı şarkısı beni çok etkiledi. Hasretlik çektim ve çevremdekileri tanımıyordum. Kocamla nişanlandık ama daha önce tanışmıyorduk, bu yüzden iki yabancıyla [bir koca ve bir kayınbiraderi] yaşıyor gibiydim. O şarkı beni çok etkiledi ve o şarkıyı her duyduğumda hala o anları yaşarım."
Behiye, 1. nesil
Türkiyeli göçmenler, sol ve sağ arasındaki siyasi savaşlar, sayısız askeri darbe ve darbe girişimleri (1960, 1962, 1971 ve 1980) ile geçen çalkantılı yılları, Almanya’dan, daha güvenli bir yerden izlediler. Arabesk, Sanat Müziği, Halk Müziği, Anadolu Rock ve Batılılaşmış Pop Müziği arasındaki sınır çizgileri Türkiyeli gurbetçilerin müzik seçimlerinde de görülürdü.
"O zamanlar Arabesk (70’lerde) çok büyüktü, ama Arabesk dinlemek evimizde yasaktı. Bazı istisnalar hariç pop müzik de dinlenmezdi.."
Ipek, 2. nesil
İpekçioğlu’nun bekar ve ileri düşünceli annesinin evinde, arabesk filmleri izlemek de yasaktı. Yine de annesi, sigorta satıcısı olduğundan ve çocuklarla birlikte müşterilerinin evlerini gittiğinden, bu tür filmleri orada izliyorlardı. İpek, ”Ferdi Tayfur’un tüm filmlerini bu evlerde izlerdik,” diyor.
70’li ve 80’li yıllarda Almanya’da doğan, İpek ve Aynur gibi ikinci, üçüncü ve dördüncü nesilden kadınlar, göçmen kimliğiyle ilgili farklı sorunlar yaşadılar.
"Büyükannem farklı olduğumuzu söylerdi. Onlar [Almanlar] bizden farklı. Ama yine de geride kalmamı istemiyordu. Büyükannem Gastarbeiter zihniyetine sahipti. O mantığı benim kırdığımı söyleyebilirim."
Aynur, 3. nesil
Dil engeli ve dışlanma, sadece Türk komşular, arkadaşlar ve iş arkadaşlarıyla kurulan sosyal ilişkiler, aile ve akrabalara bağımlılık gibi faktörler artık Almanya’da doğan bu nesil için, özellikle de bu neslin kadınları için geçerliliğini yitirmişti.
"İlk kuşak buraya gelip birkaç sene burada yaşayıp sonrasında Türkiye’ye dönmek istiyorlardı. Ama burada kaldılar. İkinci kuşak, her an dönebilecekleri hissiyle büyüdüğü için çok fazla bağlanmamaları gerektiğini düşündü. Okulda ikinci kuşak diğer çocuklarla aynı sınıftaydım. Bana her zaman ”Çok almanlaşma, domuz eti yeme, haram haram!” derlerdi. Annem oldukça ileri görüşlüydü, ancak Berlin’de Wedding gibi işçi ve dindar mahallelerde yaşıyorduk. 3. ve 4. kuşaklar hala içlerinde kültürel bir çatışma yaşıyor, ”Biz Türküz,”diyorlar. Neden ”Türk-Almanız” demeyelim? Fakat yine de kendilerine daha güvenliler ve ailelerine karşı çıkabiliyorlar. Ve kesinlikle burada, Almanya’da kalmak istiyorlar.."
İpek, 2. nesil
Anneleri ve anneanneleri Türkiye’deki geçmişlerini düşündüler, ülkeleriyle ilişkilerini hasret ve özlem duygularıyla kurdular. Ama İpek ve Aynur’un da ait olduğu sonraki nesiller için Türkiye ilham aldıkları bir yer haline geldi. Yeni Türkiye müziğini ve yeni rol modellerini takip ederek, bilinçli olarak bu eski müzikleri çağdaş bir anlayışla özümsediler:
“Sezen Aksu dinlerdim, özellikle de ”Gitme Dur Ne Olursun” ya da ”Firuze” şarkılarını… Aynı zamanda 70’lerden Neşe Karaböcek, Gülden Karaböcek gibi bir sürü psikedelik rock şarkısı ve Türk tangolarını da dinlerdim. 90’lı yıllarda ilk aşklarımıza, gençlik saçmalamalarımıza ve kadına karşı şiddet gibi daha kritik konulara Sezen Aksu şarkıları eşlik ediyordu. Aynı şekilde Esmeray’ın Türkiye’de ırkçılığı anlatan ”13,5” şarkısı da öyleydi. Bu şarkı bizim için, beyaz Almanya’da yaşayan Türkiyeli göçmenler için- büyük bir keşifti.."
İpek, 2. nesil
7.
İlk zamanlarda, 60’larda ve 70’lerin başında Almanya’ya gelen göçmenler için geride kalan aileleriyle iletişime geçmenin tek yolu mektuptu. Okuma yazma bilmeyenlerse, ki Türkiye’deki kırsal kesimlerden gelen kadınlar arasında bu durum oldukça yaygındı, okuma yazma bilen bir aile üyesinden ya da komşularından yardım isterdi.
"İlk üç ay Almanya'yı hiç sevmedim. Küçük bir kasabadan geldiğim için hep başım ağrırdı. Burası çok kalabalıktı. Telefonum yoktu, okuyamazdım, mektup yazamazdım. Bir hafta önceden birine sorardım: "Bana mektup yazar mısın?" Beni okula göndermedikleri için çocuk gibi hiçbir şey anlamazdım".
Nuray, 1. nesil
Behiye, Almanya’daki ilk yıllarındaki yalnızlığını hala hatırlıyor. 1971’de geride bıraktıkları aile üyeleriyle iletişime geçebilmenin tek yolu mektuplaşmaktı ve mektupların Türkiye ile Almanya arasındaki yolculuğu en az 15 gün sürüyordu.
"Oturduğum yer ormanın yakınındaydı. O zamanlar postacı sarı arabasıyla şehrin içinden geçerdi. Ben de pencerenin önünde durup beklerdim. Tabii önce dağa yakın evlere giderdi. , ama pencereden kıpırdayamazdım. Kapımızın önünde durana kadar beklerdim."
Behiye, 1. nesi
Almanya ile Türkiye arasında gönderilen bu mektuplar sonradan Türk müziğindeki birçok şarkıya da konu olmuştur. ”Gurbet Mektubu” ve ”Zeyneb’in Mektubu” şarkıları, Yıldız Tezcan, Yüksel Özkasap ve Asuman Çevikkalp gibi Türkiye ve Almanya’daki birçok kadın sanatçı tarafından kaydedilmiştir. Bu şarkılar, değerli dünyalarını geride bırakmanın ağıtları ve kederleriyle dolu halka açık mektuplar haline gelmiştir. Türkiye’de kalan aileler, ebeveynler, kardeşler ve arkadaşlarla iletişim kurmak için bir ritüel olmuştur. Konuştuğumuz isimlerden biri, Nurhan da, memleketteki hayata yetişmek için yapılan telefon konuşmalarını da hatırlıyor:
"'Her sabah okula gitmeden önce Türkiye'deki dedemi ve büyükannemi arardık. Çok iyi hatırlıyorum. 30lu ve 80li numaralar vardı. Kendimi hep Türkiye'ye bağlı hissettim, emekli olunca oraya gitmek isterim."
Nurhan, 2. nesil
Almanya’da kalmaya karar verenler ve oraya göç edenler için, Türkiye’ye yakın olma ihtiyacı oldukça güçlüydü. Her yıl yaz tatilinde köye, memlekete ve Türkiye’nin Güney sahillerindeki tatil beldelerine giderek bu ihtiyaç giderilirdi. Hasret ve faydacılığın bu eşi bulunamaz karışımı, Almanya’dan gelen Türkiyeli göçmenlerin hayatında başka bir düzenin kurulmasına yardımcı oldu: çocuklarını Türkiye’de bırakmak ya da onları Türkiye’ye göndermek.
8.
Duygusal açıdan bakıldığında, başlangıçta sadece 2 yıllığına başka bir ülkeye gitme kararı, travmatik ayrılık deneyimlerini de beraberinde getirdi. Birçok erkek ve kadın için, Almanya’ya göç etmek çocuklarını geride, Türkiye’de aileleriyle beraber bırakmak demekti. Çocuklar, annesiz ve babasız büyür ve ailelerine kavuşacağı günü iple çekerdi.
Popüler kültürde genellikle mağdur edilen, unutulan ya da ihanete uğrayan kadınlar olmuştur. Gerçekteyse, birçok kadın çocuklarını Türkiye’de bırakıp eşlerinin yanına dönmemeye karar verdi. Bu durumun en önemli örneklerinden biri, Ali Ercan’ın 1972’de yazdığı ”Zeynebim Almanya’nın Yolunu Tuttu” şarkısındaki Zeyneb adlı kadının hikayesiydi.
Şarkı, eşi Mehmed ve çocuklarını (iki yaşındaki Ayşe, 4 yaşındaki Fadime ve 6 aylık Ahmet) bırakıp Almanya’ya çalışmaya giden Zeynep’in hikayesini anlatıyordu. Şarkı, Türkiye’deki erkek ve kadınlara, kadınların Almanya’ya göç etmesinin yıkıcı etkileri konusunda bir uyarı niteliğindeydi. İlginç bir şekilde, "Zeynebim Almanya'nın Yolunu Tuttu" şarkısının yayınlanmasından yıllar sonra, YouTube’a yüklenen şarkının videosunun altına bir kullanıcı Zeynep’in gerçekten İzmirli olan bir Zeynep’in hikayesi olduğunu yazdı. Yıllarca onu istismar eden ve kötü muameleye maruz bırakan kocasını, tüm ailesini ve çocuklarını geride bırakarak, 1968 yılında Almanya’ya gitmişti. Ancak Zeynep’in hikayesi, son derece aşırı olmasına rağmen bile, çalışmak için Almanya’ya taşınan birçok kadının yürek burkan ortak deneyimini anlatıyor. 60’lı yılların sonunda çocuklarını kendi ailesiyle bırakıp Almanya’ya gelen Hatice, bu dönemi hayatının acı bir parçası olarak hatırlıyor:
"Özlememi hiç açmayayım, özlem çok zor oluyor. Hele ben çocuklarıma çok düşkündü. Bir kaç ay burada hastanede yattım, üzüntüden hep çocuklarımı düşündüm. Bir gün, bir yıl gibi geldi. Ama gözlerimde yaşlarla çalışmak zorundaydım."
Hatice, 1. nesil
“Zeynebim” Ali Ercan
Ayrıca Almanya’ya getirilen ama orada bakılamayan çocuklar da Türkiye’ye geri gönderiliyordu. Fabrikalarda veya hastanelerdeki zorlu ve tüm zamanlarını alan iş şartları, ebeveyn olmayı çok zor hale getiriyordu. Misafir işçi kadınların doğum izni sadece 6 haftaydı. Bizimle konuşan Ercan, bizi annesi Emine’yle tanıştırdı. Emine de Ercan’ı 6 yaşındayken Türkiye’ye göndermek zorunda kalmıştı.
"Ben ona "İkinci Gurbet" diyorum. Gurbettesiniz (vatanınızı özlüyorsunuz), sonra çocuklarınızı Türkiye'ye gönderiyorsunuz ve çocuklarınızla ikinci bir gurbet yaşıyorsunuz."
Ercan, 2. nesil
Çocukları Türkiye’de okutmak, anadillerini öğretmek, Türkiye kültürüyle güçlü bir bağ kurmalarını sağlamak ve çocukların ”gavurlaşmasını” engellemek gibi sosyal pratiklerin sebebi ailelerin Türkiye’ye dönme eğilimleriydi.
"Yatılı okuldayken, benim gibi Alman-Türk olan bir sürü çocuk vardı çünkü Almanya’daki aileleri onlara bakamamıştı. Ailemiz tarafından unutulmuş olmak ve hissettiğimiz yalnızlık sayesinde birbirimizle bağ kurmuştuk."
İpek, 2. nesil
Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin çocuklarının çoğu, akrabalarını ve arkadaşlarını birkaç kez geride bırakmak zorunda kalmıştı. Bazıları bir oraya, bir buraya seyahat etmiş, hayatlarının farklı dönemlerini hem ebeveynlerinin memleketinde hem de Almanya’da geçirmişlerdi.
9.
Gurbet ve memleket hasreti, Türkiye’deki yıllık yaz tatilleriyle giderilirdi. İzne çıkmak, misafir işçilerin hayatlarının önemli bir parçasıydı. Misafir işçiler Alman işçilerle aynı tatil haklarına sahipti, her yıl 1 ay ila 3 ayı Türkiye’de geçiriyorlardı. En popüler ulaşım yolu, aile üyeleri, bavullar ve ev eşyalarıyla doldurulmuş arabalarıyla yola çıkmaktı:
"2005 yılına kadar her yıl Trabzon'da altı hafta yaz tatili yapıyorduk. Evi temizlemek için bir haftamız, konukları ağırlamak için dört haftamız, evi temizlemek ve geri gelmek için yine bir haftamız vardı. Dedem ve anneannem de bizimle gelirdi, buradan arabayı doldurup Türkiye'ye giderdik diye hatırlıyorum. Hatta buradan arabada bir çamaşır makinesi bile getirdik".
Nuray A., 2. nesil
Yaz tatili için Türkiye’ye giden her aile aynı yoldan giderdi: Avusturya, Yugoslavya ve Bulgaristan’dan geçen 3.000 kilometrelik Europastrasse 5. İstanbul’a gitmek en az iki gün iki gece sürerdi, Anadolu’unun uzak köylerine yolculuk daha da uzundu. Almanya’dan gelen göçmenlerin ritüelleşmiş yıllık ziyaretleri, Türkiye’de, onların zengin ve refah içinde yaşadıklarına dair ortak bir algı yarattı. Türkiye’de ailelerin kendilerine ait özel bir arabaya sahip olması henüz yaygın değildi. Aynı zamanda, Gastarbeiter’ların sürdüğü Batılı ve modern arabalar, göçmenlerin Almanya’da kolay ve lüks bir hayat sürdüğüne dair klişe algıyı, Türkiye’de yaşayanlar arasında yaygınlaştırıyordu. En ünlü Gastarbeiter arabalarından biri olan sarı Mercedes Benz, Almancıların yaşadığı refah seviyesinin bir simgesi oldu.
"Çocukluğumda, Türkiye’ye 1 buçuk aylık tatiller için gelirdim. Onun dışında, diğer tüm göçmen çocuklar gibi 6 yaşındayken 2-3 seneliğine ilkokulu Türkiye’de okudum. Türkiye’ye geldiğim zaman diğer çocuklar beni Türkiyeli değil, yabancı olarak görürlerdi."
İpek, 2. nesil
10.
Yaz tatilleri için ”eve” dönen Gastarbeiter halkının vazgeçilmezi, araba kaset çalarıydı. Türkiye’ye yapılan yolculuk ve Almanya’ya dönüş yolculuğu kaset çalar olmadan gerçekleşemezdi. Zira bu uzun yolculuğu katlanılır hale getiren buydu.
"Yazlarımızı Gümüldür, İzmir’de geçirirdik. Birçok Alman-Türk de tatillerini yapmak için oraya giderdi. Arabayla giderdik, annem sürerdi ve tüm yolu müzik dinleyerek geçirirdik."
İpek, 2. nesil
Anavatana sembolik, geçici ”dönüşleri” genellikle arabaların hoparlörlerinden yükselen müzikle duyurulurdu. Kasetler, Almanya ile Türkiye arasındaki yolculuğun en tanınmış unsuru haline geldi. Her yaz tatil sezonunda kasetler oradan oraya taşınır, Almanya’dakilerle Türkiye’dekiler arasında paylaşılırdı.
"Uzun araba yolculuklarımızda çok müzik dinlerdik, bütün kasetleri çantalarımızda taşırdık. İstanbul'da amcamın video ve kasetçi dükkanı vardı ve her sene oraya gittiğimizde istediğim kaseti seçebilirdim. O kasetlerle Almanya’ya gelip arkadaşlarıma gösterirdim, bu o kadar büyük bir şeydi ki biz 13-14 yaşlarındayken"
Nuray A.,2. nesil
Üç büyük Türk müzik dağıtıcısı, Türkola (Köln), Uzelli (Frankfurt) ve Minareci (Münih), Almanya’daki Türkiyeli işçilere Türkiye müziklerini ulaştırıyordu. Ancak, birçok Türkiyeli için en son yayınlara ulaşabilecekleri yer hala Türkiye’ydi.
"Yolda dinlemek için birkaç kaset alırdık. Selda'dan bir kaset vardı "Yuh Yuh." Geldiğimizde (Türkiye'ye) Selda'nın yeni bir kaseti olduğunu fark ettik, ‘’Ziller ve İpler." Aldık ve arabada açtık. Sadece bir kez dinledik. Hemen tekrar "Yuh Yuh"a döndük.."
Ercan, 2. nesil
11.
Kaset endüstrisi, 70’lerde Batı ülkelerinde patlamaya başladı ve Almanya’daki göçmen nüfusu da hızla bu endüstriye ilgi duydu. Müzik, göçün en başından beri Gastarbeiter halkı için çok önemliydi, özellikle de ilk göç dalgasıyla gelen ve yurtlarda yaşayan göçmenler için. Plak ya da saz çalan arkadaşlarını dinlemek için toplanırlardı. En başlarda, kaset çaların az bulunduğu zamanlarda, Gastarbeiter’lar haftasonlarında tren istasyonlarında toplanır, kaset çalar ve kasetlerini birbirine verir, paylaşırdı. Sonrasında kasetler ve kaset çalarlar gitgide daha da yaygın hale geldi. 1979 yılında 16 yaşında yeni evli olarak Almanya’ya gelen Nuray, zamanını uzun süre boyunca evde yalnız geçirirdi. Her gün evde kendisinden beklenen bütün işleri bitirdikten sonra kaset dinlerdi.
"Çalışırdım, akşamdan sabaha işi bitirirdim, kayınvalidem gelene kadar kaseti açardım. Alt katta bir komşu kızı vardı, gelip kayınvalideme şikayet ederdi. Ankara'da bir köyden bir aile varmış, 'Hacı teyze, akşama kadar elektriğiniz açıktı, gelininiz hep müzik dinledi' dedi. İbrahim Tatlıses o sıralarda 'Ayağında kundura' ile karşımıza çıkmıştı ve ben hala o şarkıyı çok seviyorum"
Nuray, 1. nesil
Kasetlerin dayanıklılığı ve kasetleri kopyalama kolaylığı, evler arasında müziklerin paylaşılmasına ve dağıtılmasına yardımcı oldu.
"Çevremizde 4-5 Türk aile vardı, kasetleri değiştirirdik. Yeni bir şarkı duyunca gidip komşuya sorardım, Gökhan Güney'in yenisi sende var mı? Aksaraylı bir aile vardı, ve onlar Ferdi Tayfur'a deli oluyorlardı. Manisa'dan Gökhan Güney'e deli olan bir aile daha vardı, ben de İbrahim Tatlıses'e deli oluyordum. "Gökhan Güney'i evinizden duyabiliyorum. Dinlemeyi çok isterim.” derdim. Ve o “Bitirip sana vereceğim” derdi’".
Nuray, 1. nesil
Dağıtım ve kayıt şirketlerinden oluşan yerel müzik piyasası, ithalat/ihracat işletmeleri olarak karlı faaliyetlerine başladı. Elektronik oyuncaklar, perdeler, halılar, çay bardakları, plastik çiçekler ve porselenler, en son elektronik aletler ve köfte yapmak için kullanılan kıyma makineleri ile birlikte kaset ve plak satıyorlardı.
"Eşim 5-6 ayda bir Köln'e kaset almaya gidiyordu. Köln'de on kaset aldıysanız bir tanesi bedavaydı. Kocam da okuyamadı ama kaset kapağındaki müziği tahmin etti. Satıcı (kasetçi) daha önceden aldığım kasetleri zaten biliyordu. Uzelli ve Türküola kasetleri vardı, Yüksel Özkasap, Bedia Akartürk, Orhan Gencebay vardı. Esengül ve eski halk müziği vardı, bunlar hep güzel kasetlerdi, kocam hep onları satın alıyordu."
Nuray, 1. nesil
Asıl plak şirketleri, ”Hürriyet” ve ”Sabah” gibi Türk gazetelerinde düzenli olarak verilen reklamlarla müşterilerine ulaştı. Distribütörler, düzenli olarak Almanya’da bulunan yeni kasetlerin bir listesini duyururlardı. Ayrıca, ithalat/ihracat mağazalarına yapılan yeni kaset teslimatları çok sıktı, hatta haftada iki kez gerçekleşiyordu.
12.
Müzikle çok yakından ilgili başka bir eğlence işi de Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin hasretini besleyip memleketle bağ kurmalarını sağladı. Batı Avrupa’da, 1970’lerde video kasetler evlerde kullanılmaya başlandı ve bir ev video endüstrisi yarattı. Göçmenler, Almanya pazarında VHS kasetleri ve video oynatıcıları sıcak bir şekilde karşıladı. Martin Greve’e göre, 1982’de Almanya’da her üç Türkiyeli göçmen evinde bir video kaydedici bulunurken, sadece her 12 Almandan birinin evinde video kaydedici vardı. Rakamlardaki bu orantısızlık, Almanya’daki göçmen topluluğu arasında duyulan büyük ölçüdeki Türkçe içerik ihtiyacını yansıtıyor. Televizyon ve radyoda istenen Türkçe programlarının olmaması, Türk VHS kaset endüstrisinde bir patlamaya neden oldu. Türkiye’den ithal edilen filmler, her yerde dağıtıldı. Video kiralama işletmeleri genişledi ve Türkiyelileri kendi kültürleriyle hiç olmadığı kadar yakınlaştırdı.
"Annem Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur filmlerini arıyordu ama babam bizim seçtiklerimizi kabul ederdi. Bir Türk video dükkanında üç video kaset kiralamak on marka mal olurdu. Annem bir Arabesk filmi seçiyordu, bir - Cüneyt Arkın ve bir Kemal Sunal’lı veya İlyas Salman’lı komedi".
Ercan,2. nesil
Film seçkilerinin olduğu bu video kasetler her zaman, İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Ajda Pekkan, Zeki Müren, Orhan Gencebay gibi sevilen yıldızların kayıtlı konserlerini ya da yeni yıla özel sahne alan, türkü, arabesk, türk sanat müziği ve pop müziği söyleyen birçok yıldızın performanslarıyla dolu yılbaşı eğlence programlarını içerirdi. Almanya göçünü sık sık anlatan arabesk ve Yeşilçam filmleri, Gastarbeiter toplumunun talihsizliklerini ve zorluklarını anlatıyordu. Bu filmler romantikleştirilmiş ayrılık hasretini ve acısını sömürüp aynı anda siyasi, ekonomik ve sosyal gerilimler yaratan durumları da kullanıyordu. Ayrıca Yüksek Çakmaklı, Halit Refiğ ve Yılmaz Güney’in iddialı sineması VHS kasetlerinde yerini bularak Türkiyeli göçmenlerin kültürel kimliğinin inşasına yardımcı oldu.
"Eskiden izlediğimiz Türk filmleri vardı. Kiralamak beş mark tutuyordu. Diğer komşularla değiş tokuş ederdik. O kasetlerin kiralama süresi 3 gündü, bu yüzden 3 günde, her biri 1.5 saat’ten yedi film izlerdik. Her şeyi izledik. . Mesela İbrahim Tatlıses'in her filmini izledik. Gökhan Güney. Kocam Cüneyt Arkın'ı severdi.“
Nuray, 1. nesil
VHS filmleri, misafir işçilerin zihniyetini, duygularını ve hassasiyetlerini şekillendirdi. Feminizm veya toplumsal cinsiyet şiddeti gibi önemli sosyal ve politik sorunları anlatan, yetenekli oyuncu kadrosuna ve uluslararası üne sahip Türkiyeli yönetmenlerin filmleri ufuklarını genişleterek modern Türkiye ile daha şeffaf bir bağ kurulmasını sağladı.
"Müjde Ar filmleri bizim için çok ilginçti. Annem her zaman bir feminist ve solcu olmuştu. Yılmaz Güney’in Yol filmi ya da Türkan Şoray’ın oynadığı filmler eleştirel ve ileri görüşlüydü. Annem Bülent Ersoy’u yakından tanıyordu. Çevremizde bizi ziyarete gelen çok trans birey vardı. Annem de birçok parti düzenlerdi. Seks işçileri, transseksüeller, LGBTQ+, Türk, Kürt yazarlar ve sanatçılar hep evimize gelirdi."
İpek, 2. nesil
Liberal görüşlü olan bazı aileler, ikinci ve üçüncü nesil göçmenlerin çoğunun kendilerini ikili bir kültürel kimlikle ve açık görüşlü olarak tanımlamalarına yardımcı oldu. Buna ek olarak, kendi içlerindeki ve etraflarındaki ”ötekiye” karşı da hoşgörülü olmalarını sağladı.
13.
Bir gün Türkiye’ye dönme olasılığı, Gastarbeiter kültürünün ana teması haline geldi. Kişilerin ve topluluğun hayatlarını şekillendirdi. İki ülke arasında 1961 yılında imzalanan anlaşmanın kısa süreli (en fazla iki yıl) olması planlanıyordu. Gitmek için hazırlanmış bavullar göçmenlerin ev dekorasyonunun doğal bir parçasıydı. Misafir işçilerin ülkelerine dönmesi bekleniyordu.
Memleketlerine dönme kararı verenler, çekilmez gurbetin, tükenmiş iş imkanlarının, yabancı düşmanlığının ve ırkçı saldırıların sonucu bu kararı vermişti. Bazen nedenler sağlık sorunları, Türkiye’de emekli olma isteği ya da devlet politikalarına bağlıydı. 28 Kasım 1983’te Batı Almanya hükümeti Türkiye’ye dönmeye karar veren göçmenlerin en geç 30 Eylül 1984 tarihine kadar dönmesi şartıyla ”geri dönüş primi” (10.500 D-Mark artı çocuk başına 1.500 D-Mark) veren Gönüllü Dönüşü Teşvik Yasası’nı kabul etti. 250.000 erkek, kadın ve çocuktan oluşan göçmen nüfusunun yalnızca %15’i, Batı Almanya sınırları içerisindeki oturum izinleri geçersiz kılınarak, Türkiye’ye döndü.
"Almanya Dönüşü" Zehra Sabah
Eve dönüş, çoğu zaman acı tatlı duygularla doluydu. Gastarbeiter için Almanya’da zaman, Türkiye’de kalanlardan farklı geçti. Yeni arkadaşlar ve sevgililerle tanışmanın da dahil olduğu yeni gerçekliğin cazibesi, geride kalan eşlere ve çocuklara ayak uydurmayı zorlaştırmıştı. Karşılama şarkılarından birinin en çarpıcı örneği, Zehra Sabah’ın ”Almanya Dönüşü” şarkısıdır.
Çoğu durumda, Türkiye’ye dönme kararı, bu kararı tüm aileye zorla uygulatmaya çalışan erkeklerden gelirdi. 1974’te eşine katılmak için Almanya’ya gelen Gülüzar, 80’lerde kocasının Türkiye’ye dönmeye karar verdiğini hatırlıyor. Aile tüm hayatlarını bavullara sığdırıp hazırlanmıştı fakat bir aile anlaşmazlığı yüzünden bu plan gerçekleşmedi. Gülüzar, buna ne kadar sevindiğini itiraf ediyor. ”Bana kalsaydı, asla geri dönmeyi düşünmezdik bile.” Tam bu anı, kızı Olcay anlatıyor:
"Annem dedi ki: "Burada kalacaksın, ders çalışmalısın ve burada kendi ekmeğini kazanmak için bir şeyler öğrenmelisin. Otelleri temizliyoruz ama siz daha iyisini yapacaksınız." Üniversiteyi bitirme fikri annem ve ailesi için çok önemliydi. Anne tarafından her kuzenim üniversite mezunu."
Olcay, 2. nesil
Bazı durumlardaysa, kesin dönüş planı başarılı oldu ve aileler yıllar önce geldikleri yerlere geri döndüler. Geri dönüş zordu ve Almanya’da yıllar boyunca biriktirmeyi başardıkları paranın çoğunu harcamışlardı. Türkiye gerçekliğine ayak uydurmak zaman ve çaba gerektirdi. Ancak ailelerin çoğu Almanya’da kaldı ya da Fatih Akın’ın dediği gibi ”geri dönmeyi unuttular.”
“We forgot to come back” Fatih Akin
Kadınların hikayelerini dinlerken, çoğunun daha fazla özgürlük, bağımsızlık, olanak, kişisel bağlantılar ve yeni beceriler kazanmak için kalıp hayatlarına Almanya’da devam etmeye karar verdiklerini anladık. Aralarından bazıları en uygun seçenek olarak zamanlarının bir kısmını hem Almanya’da hem de Türkiye’de geçirme fırsatını buldu.
1971’den beri Almanya’da yaşayan Behiye, “Sana söylerken ben bile yaptığım şeye inanamıyorum,” dedi. Yeni bir gelin olarak Almanya’ya gelen Behiye, yabancılarla çevrili, yabancı bir ülkede yalnızlık ve hasret çekti ve yıllarca evinde yalnız kaldı. Ancak uzun ve yalnız günlerde Almanca öğrenmeyi ve bir birey olarak kendine ait bir alan yaratmayı başardı. 1991 yılında eşinin isteğine karşı çıkarak kendi terzi dükkanını açtı. Behiye, 5 Eylül 2021’de, Almanya’daki hayatının 50.yılını kutladı.
“Gurbet Hasreti” birçok hikayeden oluşuyor. Aynur’un, Hatice’nin, Nuray’ın, İpek’in, Olcay’ın, Gülüzar’ın, Nurhan’ın, Nuray A.’nın, Ercan’ın, Emine’nin, Melissa’nın ve Behiye’nin hikayeleri bunlardan birkaçı. Biz de, onların hikayelerini dinleyebilme şansına eriştik.
"Sarmaş Dolaş Olmuştuk" Zehra Sabah
Teşekkürler…
Hayat hikayelerini bizimle paylaştıkları için Aynur, Hatice, Nuray, İpek, Olcay, Gülüzar, Nurhan, Nuray A, Ercan, Emine, Melissa and Behiye’ye en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu projeyi gerçekleştirme fırsatını verdikleri için Dr. Reimar Volker ve İstanbul Goethe Institut’e teşekkür borçluyum.
Ercan Demirel (Ironhand Records), Lea Nocera, Gizem Winter ve Aysel Akcan Aktaş’ın desteği olmadan bu proje mümkün olmazdı.
Son olarak da yaptığım işe desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen İstanbullu arkadaşlarıma teşekkür ederim.
.